Kürtlerle sıkı ilişkiler kurup millî birlik oluşturmaya çalışan Abdülhamid Han Kürtler ve devleti birbirine bağlamak için en önemli saydığı Kürt aşiret reislerini sarayında misafir ederek ve nişanlar vererek onları taltif ediyordu. Aynı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Barzani aşireti reisi Mesud Barzani’yi misafir edip, taltif ettiği gibi.
Balkan devletlerini kaybetmiş olduğumuza üzülmüyorum. Ne kadar küçülür, teksif olursak (kendimize yoğunlaşırsak) o kadar kuvvetlenir, hastalıktan kurtuluruz. Dâhilde kuvvetlendiğimiz gün, Avrupa devletleri, o kadar alay ettikleri ‘hasta adam’ın iyileşip, ‘kuvvetli adam’ hâline geldiğini göreceklerdir.
Panslavizm bahanesiyle Osmanlı’ya talimat vermeye çalışan Rusya’ya itiraz edilince Osmanlı Devleti’ne savaş açar. Balkanlar’dan gelen Rus birlikleri sadece 314 günde İstanbul Yeşilköy sahiline kadar ilerler. Kafkaslar’dan gelen ordular ise Erzurum’a kadar girerler.
İstanbul Yeşilköy’de, yani Aya Stefanos’ta, Osmanlı aleyhine büyük savaş tazminatı ve toprak kayıpları olan bir antlaşma imzalanır. Bu Fakat Ayastefanos Antlaşması olarak bilinen antlaşma o kadar ağırdır ki, Ruslar’ın Osmanlı’dan tek başına faydalanmasını kıskanan İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya, İtalya yeni bir antlaşma için Osmanlı’yı ve Rusya’yı Berlin’e çağırdılar.
Büyük devletlerin adaletine teslim olmak zorunda kalan Osmanlı 802.500.000 Frank savaş tazminatı ödenmesi az gelmiş olmalıydı ki
artık Osmanlı toprağı değildiler.
Osmanlı Devleti kuruluşundan beri hem gaza ve ganimet mantığı sebebiyle hem de Balkanlar’ın tarıma ve ulaşıma çok yatkın bir coğrafya olmasından ötürü önceliği hep Rumeli olmuştur. Fakat büyük bir mağlubiyet sonucu kendini yasladığı coğrafya olan Rumeli’nin kaybıyla devletin bekası için ‘Anadolu yerliliği’ ve ‘İslam kimliği’ aşırı önem kazandı. Çünkü devletin bekası için halkın da artık bu toprakları vatan bilmesi lazım geldi.
Farklı zamanlarda dünyanın diğer taraflarında olduğu gibi çeşitli dilleri ve dinleri olan toplumlar bir hanedanlık devleti çatısı altında yaşamayı reddediyordu. ’93 Harbi’yle zirveye çıkan Hristiyan halkların bağımsızlık savaşları Osmanlı’nın mağlubiyetiyle son buldu. Doğal olarak Abdülhamid Han da İslam’ın birleştiriciliğini ve hilafeti öne en çok çıkartan halife ve sultan olarak tarihe geçecekti.
Abdülhamid Han İslam birliği fikirlerini sarayda kendi kendine uydurmuyordu. Zaten Tanzimat’tan bu yana şekillenen batıcı ve otoriter Bab-ı Ali bürokrasisi’nden ve Hristiyanların haklar alıp durmasından bıkmış Yeni Osmanlılar ve Namık Kemal de İslam’a ve ümmete göre işlemesi gereken bir yönetim arzusunun kamuoyunu oluşturmuşlardı.
Şimdi Hristiyanlar yalan, gerçek devlete her ne özür derlerse hak kazanıyorlar.Çünkü esas-ı idare fasid (Bab-ı Ali yozlaşmış), memurlar müstakil (başına buyruk), meşveret (danışma/istişare) yok, nazaret-i ümmet (ümmetin gözetimi ve denetimi) yok.”
Hem Abdülhamid hem de Erdoğan döneminin değişmez bir gerçeği olan Anadolu’nun değişmez toprak parçamız ve İslam’ın ise değişmez birleştirici kimliğimiz olduğudur. Halk ve devlet birbirine ısındırılmazsa büyük bir eksikliğin devam edeceğini anlayan Abdülhamid Han Hamidiye Alayları ve Aşiret Mektepleri’yle Kürt ve Araplarla ilişkileri sıkılaştırdı. Tayyip Erdoğan ise ‘Kürtleri inkar’ siyasetini bırakacağını belirtmek için 2005’te Diyarbakır’da “Kürt Sorunu benim de sorunumdur.” diyerek, devrimsel niteliklerde kültürel reformların yapıldığı bir dönemin kapısını araladı. Kürtlerle devlet yeniden kaynaşmaya başladı.
“Kürt ağalarının bazılarının çocuklarını, İstanbul’a getirip memuriyete yerleştirdiğim için tenkit edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hristiyan Ermeniler nazır [bakanlık] mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize yaklaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir?”
Doğu Anadolu’da Rus işgali ve Ermenistan kurulması tehlikesi baş gösterince Abdülhamid Han coğrafyanın dağlık oluşunu da göz önünde tutarak, İslam bayrağı altında toplayabileceği Kürt aşiretlerinden hafif süvari alayları kurdurdu. Çünkü merkezî devletten kopuk bir yapıda yaşamlarını sürdüren Kürtler askere gitmiyor ve vergi vermiyorlardı.
Nasıl ki Türk'ü Kürt'ten ayıramazlarsa, Kürt'ü de Türk'ten ayıramazlar, ayıramayacaklar.
Recep Tayyip Erdoğan
1987 senesinden beri Güneydoğu’da normal şehir hayatındaki ticarî, kültürel ve sosyal yapıyı baskı altına alan ve askerle iç içe yaşamak zorunda kalan halk 3 Kasım 2002’den 27 gün sonra OHAL’den kurtuldu.
90’lardaki devletin ve hükümetlerin illegal yapılarla yaptığı perde arkası işbirlikleriyle, Güneydoğu’da yüzlerce kişi bilinmeyen kişilerce öldürülmüş ve kaybolmuştur. 90’lardaki devlet himayesinde yapılan bazı cinayetler örtbas edildi. Erdoğan liderliğinde bu devir sona erdi.
Erdoğan’ın kimlik hakları politikasından önce Türkiye’de Kürt ebeveynler çocuklarına Kürtçe isim veremiyordu. Bu yasak kaldırılarak, çocuklarının nüfus cüzdanlarına istediği ismi yazma hakkını 2003 gibi geç bir tarihte de olsa elde ettiler.
Erdoğan’ın talimatı doğrultusunda 2009’da devlet televizyonları kurumu olan TRT ‘TRT Şeş (6)’i açarak Türkiye’de ilk kez Kürtçe yayını başlatmış oldular. “TRT 6” sonradan “TRT Kurdî” ismini almıştır.
Çoğunluğun Kürtçe konuştuğu şehirlerde resmî daireler, trafik tabelalar vs. Kürtçe tabela asmaya başladılar.
Türkiye’de ilk kez 2009’da Mardin Artuklu Ünv.’de Kürt folklorü ve Kürtçe çalışmaları için Kürdoloji Enstitüsü açıldı.
2010 yılında Cumhuriyet tarihimizde ilk kez olmak üzere partiler Kürtçe seçim şarkısı çalma ve propaganda yapma hakkına sahip oldular.
Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır!